Hakan Kırdar

1963'te Aydın’da doğdu. İzmir’de yaşıyor ve çalışıyor.

Sanal ortamda Cumhuriyet’in erken dönemine ait fotoğraf bulma umuduyla sahaf sitelerine göz atarken, Ali Artun’un tarihle ilgili olarak kaleme aldığı “Benjamin için ‘tarih’, bugünde, şimdiki zamanda geçmişin izlerini aramak değil, geçmişte, geçmişin yıkıntılarında bugünün izlerini keşfetmek” satırlarıyla karşılaştığımda işte dedim kendi kendime, benim yapmak istediğim de bu. Tarihçi olmadığım için geçmişe onlar gibi bakma zorunluluğum yok elbette. Beni asıl ilgilendiren şey, şu an, saniye saniye yaşadığım zaman, yani bugünse, tarihten öğrenmem de olsa olsa “geçmişin yıkıntılarında bugünün izlerini” aramak ve bulmakla mümkün olabilir ancak.

Tarihten yararlanmaya çabalarken genellikle iki farklı yaklaşım öne çıkıyor: ilki, tarihi, “ötekileştirdiğiyle” herhangi bir eşduyum geliştirmeden sahiplenme ve sıkı sıkıya sarılma; ikincisi ise tarihi tüm yönleriyle ele almadan, bir aidiyet duygusu geliştirmeden, bütünüyle reddetme. Reddiyeler bizi ayakları yere basan bir gerçekliğe götürmezken, tersi yaklaşımsa uzlaşı ve ilerlemenin önüne geçerek bir nostaljiye saplanma tehlikesini gündeme getiriyor elbette.

Tarihe bakarak onun bize sunduğu verileri sanatsal ifadelere dönüştürürken, asla buradan bizi nostaljiye götürecek sonuçlar çıkarmak niyetinde değilim. Aslında nostaljiyle avunmak rahatlatıcı olabilirdi, fakat bunun kime ne faydası olabilir ki?

Peki ama diğer yandan, hangi tarih bize istediğimizi doğru biçimde verebilir? ‘Doğru’ kime göre, neye göre doğru? Özellikle tarihin aktardığı hadiselerin, kavramların birbirine karıştığı, anlamlandırmaların altüst olduğu, Batı toplumlarının kendi modernleşmeleri içinde daha önce yaşadıkları ama bizim şimdilerde yaşamakta olduğumuz bu kötücül psikoloji, hesaplaşmalar ve yön kaybı duygusu yaşatan bu puslu iklimde öğrendiğimiz (kimilerine göre ezberletilen veya dayatılan) bu ‘tarih-ler-e’ ne kadar güven duyabiliriz? Bu da ayrı bir sorun olarak önümüzde dururken…

Bu düşüncelerle önümden akan binlerce fotoğrafa bakarken, hakim otoritenin kendi tasavvurları çerçevesinde hayata ilişkin kurgular önerdiği, tasarımlara giriştiği bir modernleşme projesinin ana hatlarını da çok belirgin bir şekilde görebiliyorum. Bunlardan beni en çok etkileyenlerin resmî ideoloji ile sivil hayatın içiçe geçtiği, aynı anda görünür hale geldiği kareler olduğunu söylemeliyim; Anadolu’nun bir kentinde seçimlerde oy sandığına oyunu atarken objektife gülümseyen modern giysili kadın, okulda Atatürk büstü ve bayrak direği önünde öğretmenleriyle poz veren öğrenci grubu gibi daha bir çok örnek verebilirim ama, sanırım ülkenin bir çok kentinde bulunan anıtların -çoğunlukla da bir Atatürk anıtının- önünde, o kentte yaşayan ya da ziyaret için gelen sivil yurttaşların poz verdikleri hatıra fotoğrafları daha belirgin örnekler olarak karşımıza çıkıyor.