Sevil Tunaboylu

1982'de İstanbul'da doğdu. İstanbul'da yaşıyor ve çalışıyor.

Sevil Tunaboylu’nun çoklu yerleştirmesinde aynı kökten beslenen ama birbirinden son derece farklı sembollerin geçişli bir şekilde aynı temaya geri döndüğünü deneyimleriz.Sanatçının geçmişindeki çalışmalarında da rastlanabileceği gibi; işlerinin de pratiğinin de temelinde kadınsallığın yanısıra, ona ilaveten ve hatta çoğu zaman daha ağırlıklı olarak “kadına dairlik” vardır. Kadın’ı durum içinde anlatır ama yine durumunu anlatır. Durumun kendisi kadını kadın olarak tanımlayan bağlam haline gelmiştir. Onun pratiğinde sürekli olarak kişisel referanslara, hayatından anektodlara rastlar, toplumsaldan kişisele, tüzelden tikele uzanan bir hikayeyi tüm duvarı dolaşarak okuruz. O duvar ki savaşlarla, kayıplarla, anılarla ve kalaşnikof delikleriyle yaralıdır. İşte bu naratife ev sahibi olan duvarda dağ yasası, gerilla hayatı, kardeşlik ve işteş ideoloji her ne kadar belirgin ve sert dursa da, düşünce ağacının temeline indiğimizde; objektife yarı nazlı bir şekilde boynunu bükerek bakan kadın, kadındır. Dağ da dağdır. Ailelerin kayıplarının fotoğraflarını, diplomalarını sergiledikleri bir tür ağıt duvarına şemasal olarak benzeşen düzenlemede, üzerinden kimsenin atlamadığı, dağın başında kendi kendine tüten nevruz ateşi,oldukça melankolik bir duygu uyandırsa da saçlarından birbirine bağlı gerillaların “tek”liği de bir o kadar dünyalıktır. O yüzden bu anlatımda ima arayamayız, doğrudan bilinçten fırlatılan gerçek hapçıklarıdır bunlar. Gidenin meçhule gittiği dağın, asla salt coğrafi bir öğe olarak algılanamadığı, meçhul olarak okunduğu coğrafyada bu kadınlar kadınlıklarıyla, kadınlıklarının bir simgesi olan saçlarıyla, öldükten sonra bile uzayan saçlarıyla birbirlerine yoldaşlıktan çok daha limbik, oldukça kadınsı bir dille bağlılar. Bu onlar için ideolojik birliktelikten, ortak davadan, yoldaşlıktan daha özel, daha yakın bir bağ. Bu yüzden kendi kütlesi ve oldukça fazla olan ağırlıklarıyla saçlarını cephede de olsa yanlarında taşıyor ve uzatıyorlar. Sosyolojik bağlamdan kendini ayıran bu ilişki bu tabloda sığ sularda boğuluyor gibi duran, biteviye bir kimliği ispat mücadelesi içindeki modern kadına çok daha duyusal ve gerçek bir alternatif bağ da tarif ediyor aynı zamanda. Yamaçta sıra halinde oturup birbirinin saçını tarayan kadınlar, bildiğimiz yerlilik, yurtluluktan farklı bir otonom yaşayışın en çarpıcı anlarından birinde, yine sanatçının portresiyle karşımıza çıkıyor.

Duvarı dolaşırken birden yurtsuzluk algısı, “kimliğime yürüyordum sanki” cümlesinde ortaya dökülen yurtluk-aitlik kavramı ile yerle bir oluyor. Dil hapishanesinden uzaklaşıp yerli olmayı bırakmak, bunu salt topluluk olarak sömürülüyor, yoksullaştırılıyor göçe zorlanıyor olma motifleriyle yapmıyor olmak, asimilasyon politikalarından uzaklaşarak yürümek, yürüdükçe “kimliğine ilerlemek” için yapıyor olmak kadar dişil bir durum, tüm bu kaos içinde akla zor gelen, eşine rastlanması zor ve oldukça naif bir perspektif belki de.

“O harikalar Diyarı”nda küçük bir kız gibi, Alice gibi, “büyümekte ve küçülmekte” olandır.Onunki, “olmuş bitmiş” bir “kimliğin” değil, bir oluş sürecinin, sürekli olarak değişmekte olan bir bedenin, evrensel akışın küçük bir parçasının ifadesi, bir tasarrufudur. Bunlar “minor” varoluşlardır. Onları bu dünyada bir konum tanımlamaz, daha çok bir oluş sürecinin “henüz değil” ile “artık değil” arasında gidip gelen titreşimli bir çizginin salınımları tamamlar. Oysa toplumsal bilimler “azınlık” kültürlerini araştırmakta kendilerine özgü bir yeteneksizliğe sahiptir. …”

Sanatçı bu manada oldukça kişisel olan bu çalışmada guerillagirlz portrelerinde belirip kaybolurken, kendi çocukluğu ve genç kızlığından bir “bulunmuş obje”yi de mercekleştirerek alternatif bir yaşama bakıyor. Yıllar önce kimbilir hangi sebeple saklanmış, simitliğini kaybetmiş ve bir hatıranın kendisine dönüşmüş simit, alternatif bir kadere ait anıyla, gerilla kız ile kişisel yaşamı arasında kurduğu köprünün en sağlam direği haline geliyor. O da gerilla gibi içinde olduğu kaosu estetize ediyor. Öte yandan böyle düşünmezsek, dağlar sadece dağlardır, simit de simit.

Dağ dağdır, kadınsa kadın. (Gümüş Özdeş)